Русские видео

Сейчас в тренде

Иностранные видео


Скачать с ютуб (111) 29.Mektup 6.Kısım 2.Desise | Dessas zalimler korku damarı ile korkakları gemlendiriyorlar. в хорошем качестве

(111) 29.Mektup 6.Kısım 2.Desise | Dessas zalimler korku damarı ile korkakları gemlendiriyorlar. 2 года назад


Если кнопки скачивания не загрузились НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу страницы.
Спасибо за использование сервиса savevideohd.ru



(111) 29.Mektup 6.Kısım 2.Desise | Dessas zalimler korku damarı ile korkakları gemlendiriyorlar.

111 Mektubat 29. mektup, 6. Risale olan 6. Kısım 2. Desise Sayfa 299, 300, 301, 302 (Hayrat Neşriyat Osmanlıca Orijinal Nüsha) Dessâs zâlimler bu korku damarından çok istifâde etmektedirler. Cenâb-ı Hakk havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş. Hayatı tahrîb için değil. MEKTUBAT DERSLERİ Av. Ali KURT https://youtube.com/playlist?list=PLl... İkinci Desîse: İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havfdır. Dessâs zâlimler bu korku damarındançok istifâde etmektedirler. Onunla korkakları gemlen­diriyorlar. Ehl-i dünyânın hafiyeleri ve ehl-i dalâletinpropagandacıları, avâmın ve bilhassa ulemânın bu dama­rından çok istifâde ediyorlar, korkutuyorlar. Evhâmlarını tahrîk ediyorlar. Meselâ, nasıl ki damda bir adamı tehlikeye atmak için bir dessâs adam, o evhâmlının nazarında zararlı görünen bir şeyi gösterip, vehmini tahrîk edip, kova kova tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi, çok ehemmiyetsiz evhâm ile çok ehemmiyetli şeyleri fedâ ettiriyorlar. Hatta bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer. Bir zaman, Allah rahmet etsin, mühim bir zât, kayığa binmek­ten korkuyordu. Onun ile beraber bir akşam vakti İstanbul’dan köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyûb’e gitmeye mecbûruz. Israr ettim. Dedi: “Korkuyorum, belki batacağız.” Ona dedim: “Bu Halîç’de tah­mînen kaç kayık var?” Dedi: “Belki bin var.” Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?” Dedi: “Bir iki tane, bazı sene de hiç batmaz.” Dedim: “Sene kaç gündür?” Dedi: “Üç yüz altmış gündür.” Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimâli üç yüz altmış bin ihtimâlden bir tek ihtimâldir. Böyle bir ihtimâlden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.” Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmîn ediyorsun?” Dedi: “Ben ihtiyârım, belki on sene daha yaşamam ihtimâli vardır.” Dedim: “Ecel gizli olduğundan her bir günde ölmek ihtimâli var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde hergün vefatın muhtemel. İşte kayık gibi üç yüz binden bir ihtimâl değil, belki üç binden bir ihtimâl ile bu­gün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et!” dedim. Aklı başına geldi. Titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim: “Cenâb-ı Hakk havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş. Hayatı tahrîb için değil. Ve hayatı ağır ve müşkil ve elîm ve azab yapmak için vermemiştir. Havf, iki, üç, dört ihtimâlden bir olsa, hatta beş altı ihtimâlden bir olsa, ihtiyâtkârâne bir havf meşrû‘ olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimâlden bir ihtimâl ile havf etmek evhâmdır. Hayatı azaba çevirir.” İşte ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhâdın dalkavukları sizi korkutmak ile kudsî cihâd-ı ma‘nevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler, onlara deyiniz: “Biz hizbü’l-Kur’ânız. اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَ اِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ sırrıyla Kur’ân’ın kal‘asındayız. حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ etrafımızda çevrilmiş muhkem bir sûrdur. Binler ihtimâlden bir ihtimâl ile şu kısa hayat-ı fâniyeye küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize yüzde yüz binler zarar verecek bir yola bizi ihtiyârımızla sevk edemezsiniz.” Ve deyiniz: “Acaba hizmet-i Kur’âniyede arkadaşımız ve o hizmet-i kudsiyenin tedbîrinde üstâdımız ve ustabaşımız olan Saîdü’n-Nûrsî’nin yüzünden, bizim gibi hak yolunda ona dost olan ehl-i haktan kim zarar görmüş? Ve onun hâs talebelerinden kim belâ görmüş ki biz de göreceğiz? Ve o görmek ihtimâli ile telâş edeceğiz? Bu kardeşimizin binler uhrevî dostları ve kardeşleri var. Yirmi otuz senedir dünya hayat-ı ictimâiyesine te’sîrli bir sûrette karıştığı halde, onun yüzünden bir kardeşinin zarar gördüğünü işitmedik. Hususan o zaman elinde siyâset topuzu vardı. Şimdi o topuz yerine, nûr-u hakîkat var. Eskiden Otuz Bir Mart hâdisesinde çendân onu da karıştırdılar, bazı dostlarını da ezdiler. Fakat sonra tebeyyün etti ki, mes’ele başkaları tarafından çıkmış. Onun dostları onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler. Hem o zaman çok dostlarını da kurtardı. Buna binâen bin değil, binler ihtimâlden bir tek ihtimâl-i tehlike korkusuyla bir hazîne-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, sizin gibi şeytanların hatırına gelmemeli” deyip, ehl-i dalâletin dalkavuklarının ağzına vurup tard etmelisiniz. Hem o dalkavuklara deyiniz ki: “Yüz binler ihtimâlden bir ihtimâl değil, yüzden yüz ihtimâl ile bir helâket gelse, zerre kadar aklımız varsa, korkup onu bırakıp kaçmayacağız.” Çünki mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor ki, büyük kardeşine veyahud üstâdına tehlike zamanında ihanet edenlerin, gelen belâ en evvel onların başında patlar. Hem merhametsizcesine onlara cezâ verilmiş. Ve alçak nazarıyla bakılmış. Hem cesedi ölmüş, hem ruhu zillet içinde ma‘nen ölmüş. Onlara cezâ verenler, kalblerinde bir merhamet hissetmezler. Çünki derler: “Bunlar madem . . . .siperinde sebat edenlerdir. قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذ۪ي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ ma‘nâ-yı işârîsiyle gösteriyor ki, firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyâde karşılıyorlar.

Comments