Русские видео

Сейчас в тренде

Иностранные видео


Скачать с ютуб Altın Yüzüğüm Kırıldı - Loudingirra Özdemir & Destiny (Juárez, MEKSİKA) в хорошем качестве

Altın Yüzüğüm Kırıldı - Loudingirra Özdemir & Destiny (Juárez, MEKSİKA) 3 года назад


Если кнопки скачивания не загрузились НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу страницы.
Спасибо за использование сервиса savevideohd.ru



Altın Yüzüğüm Kırıldı - Loudingirra Özdemir & Destiny (Juárez, MEKSİKA)

SINIR BÖLGESİNDE     Perdesiz pencereden odanın tam ortasına güneşin güçlü ışıkları vuruyor. Yılgın gözlerle bakıyorum bir aydır temizlik yüzü görmemiş odaya, beyazı solmuş çıplak duvarlara. İşte gene hastalanmış, yatağa düşmüştüm. Yalnızca yolda olduğum zamanlar hayatla bağ kurabiliyorken, şimdi bu şehirde çaresiz kalıp duraklamak zorunda olmak ve böylece muhtaç duruma düşmek... Sonra, benim tinsel gözümü açan o kadının, o dostun alevlenen özlemiyle bir odada yapayalnız kalmak... Mevlana'ya ısrarla Şems'i sorar biri. Bunun üzerine Mevlana: “Şems gibi eşi benzeri bulunmayan bir dostun ahvâlini îzâh etmek hususunda bana ısrar etme. Ciğerimi kan eden bu hicranın şerhini yapamam. Zira onsuz ben mânevi yokluk halindeyim. Anlayışım ve anlatışım azalmıştır.” der. Bu yüzden ben de şimdi o kadından bahis açacak değilim. Onsuz utanç verici bir hüzünden başka bir şey değilim.     Yatağımdan doğrulup pencereden dışarıya bakıyorum. Bir iki katlı, damlı yapılardan oluşan şehir, ufuktaki çıplak dağlara kadar önümde uzanıyor. Öğlen güneşi, şehrin üzerini yakıcı bir hava tabakasıyla örtüyor. Sağda, sokağın başında kapı ve pencereleri sökük, harabeye dönmüş metruk bir ev var. Önünden geçerken bile insanın içine ürperti veren buna benzer harabelere, şehrin her sokağında rastlamak mümkün. İklimin aşırılıkları ve coğrafyanın sert doğası, birçok canlıyı buralardan kovmuşken; insanlar, yapay bir gerekçeyle, doğanın başka yerlerde sunduğu nimetlere sırt çevirerek bu şehirde yaşamayı sürdürüyorlar.     İnsanları bu şehirde tutan yapay gerekçenin ne olduğunu anlamak için sağıma, hemen iki sokak ötede yükselen ve tepesine jiletli tel örgüler monte edilen yüksek parmaklıklara bakmak yetiyor. Meksika'yı ABD'den ayıran şu tel örgüleri, yalnızca iki ülkeyi birbirinden ayıran basit bir sınır teli değil, modern dünyanın eşitsiz yaşamlarını en keskin şekilde ikiye bölen kutsal bir anıt. Sınırın karşı tarafındaki modern binaların camlarında gülücükler saçan aynı güneş, bu tarafta tüm yakıcılığıyla binaları çıtırdatıyor. Aynı buluttan düşen yağmur, karşı tarafta insanları serin havayı teneffüs etmek için parklara davet ederken; bu tarafta, sokaklarda sele dönüşüp insanları evlerine hapsediyor. Karşı taraf dünyanın en güvenli ve modern şehirlerinden birisiyken, bu taraf, kartellerin, insan kaçakçılarının geçit noktası, Latin Amerika ülkelerinden kaçıp gelmiş ve sınırı geçmek umuduyla sokaklarda başıboş dolaşan mültecilerin toplandığı dünyanın en tehlikeli şehri.     Yüzü gökyüzüne dönük bir insan büstünü andıran dağa gözüm takılıyor. Bu şehirde benden başka, bu dağın kıvrımlarını, bir insan büstü gibi algılayan var mıydı acaba, peki ya bu dağla konuşan biri? Keşke Destiny buraya geldiğinde şu dağı ona gösterip sorsaydım. Birden kendimi korkunç bir yalnızlık içinde hissediyorum. Yaşamın rengini ve tutkusunu yitirdiği, tel örgülerle bölünmüş bu kimliksiz, bu köksüz sınır bölgesinde ne işim vardı benim? Aslında bu soru bana ait değildi. Çünkü kendime buna benzer soruları sormayı çoktan bırakmıştım. Gel gör ki evlerine konuk olduğum insanların, istisnasız olarak bana sordukları bir soruydu bu: "Seni buraya getiren şey nedir?" Öyle ya, onlara göre, birisi dışarıdan bu şehre gelmişse, o kişi büyük ihtimalle illegal bir insandır; çünkü normal bir insanı bu şehre getiren hiç bir mantıklı gerekçe yoktu.    İşte, yine yük treni geçiyor. Bu göğün altında ne kadar çirkin ve bayağı. Kilometrelerce uzanan, devasa demir yığını vagonlarıyla her saat başı şehrin tam kalbinden geçerken, kelimenin tam anlamıyla, şehri açık hava tımarhanesine çeviriyordu. Bu geçiş sırasında, trenin aralıksız çaldığı düdüğün sesi, çocukluğumda annemden dinlediğim, kıyameti haber veren İsrafil'in Sur'unu hatırlatıyordu bana. Sur'un bir öküz boynuzuna benzediğini söylerdi annem. Öyle ki, o gün geldiğinde, Sur'dan çıkacak ses, bütün yaratıkları korku ve dehşet içinde sarsıp yok edecekti. O zamanlar, bir sesin bu denli ölümcül olabileceğine aklım ermezdi. Demek ki bunu zihnimde tasarlayabilmem için, bu şehre gelip bu trenin düdüğünün sesine maruz kalmam gerekiyormuş. Tren, sınırı geçip ABD tarafındaki yerleşim bölgesinde yol almaya başladığında, nedense sessizliğe gömülüyordu. Çünkü orada yasalar vardı, halk daha bilinçliydi ve bu yüzden makinist, orada yaşayan insanların haklarına saygı gösterip bu yeri göğü inleten düdüğü çalmaktan vazgeçmek zorunda kalıyordu.     Eyvah! Yine alerji nöbeti geliyor. Genzime bıçaklar saplanıyor sanki. Artık peçete yetiştiremiyorum. Yatakta, zeminde, evin her tarafında burnumdan boşalan bu mide bulandırıcı izler var. Göğsümde bir buçuk aydır geçmeyen can yakıcı hırıltılar ve kan çanağına dönmüş gözlerimle artık kendi kendime iyilşmekten tamamen umudumu kestim. Covidi yavaş yavaş atlatırken baş gösteren bu alerji, bugüne kadar ilk defa bu denli ağır seyrediyordu. Covid, uyuyan devi uyandırmıştı. YAZINIM DEVAMI YORUMDA.

Comments