У нас вы можете посмотреть бесплатно Lama Bada Yatathena или скачать в максимальном доступном качестве, которое было загружено на ютуб. Для скачивания выберите вариант из формы ниже:
Если кнопки скачивания не
загрузились
НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу
страницы.
Спасибо за использование сервиса savevideohd.ru
Öykünün tamamı şurada ⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇⬇ http://www.guraysungu.com/index.php/2... Gazeteyi aradım. Bir daha yazı göndermeyeceğimi, anlaşmayı fes etmek için gerekli belgeleri göndermelerini istedim. Uğraştırdılar beni. “Başka bir gazeteyle mi görüşüyorsunuz? Sorun olmaz, gelin, konuşalım, hallederiz, bu kadar zaman birlikte çalıştık.” Birlikte hiç çalışmadık. Siz orada çalıştınız, ben burada hayata tutunma çabası verdim. Kendi gazetelerinde yazdıklarımı bile hiç okumadıkları nasıl belliydi. “O halde son bir röportaj yapalım sizinle, ne dersiniz?” Ara sıra, o da kıramadığım insanlara mülakat verirdim. Aslında saçma bulurum, özellikle sanatçılarla yapılan mülakatları. Okumak yahut izlemek keyiflidir özellikle bir yazarı, ama yazdığı eseri insanın kendi zihninde iyice sindirebilmesi için yazarını hiç tanımaması gerekir diye düşünürüm. O halde Hasan’ı gönderin. Nasıl olur efendim, o bizim dış postamız, muhabir değil ki… Dış posta. Oysa benim yerime Hasan yazar olmalıydı. Ben edebiyatı değil, onu istiyordum, edebiyat bir araçtı. Belki kalbin bir kılıfıydı. Dış posta. Çaresizlikten belki, kabul ettiler. Hasan geldi. Heyecanlıydı. “ Soru hazırladın mı?” “Evet hocam, hazır,” “Şöyle bir göz atabilir miyim başlamadan önce?” “Tabi hocam, ne demek, buyurun.” Elindeki kâğıtları aldım, biraz okudum, biraz bakar gibi yaptım. “Saçma “ dedim. “Ben bu sorulara cevap vermem, bunları sen hazırlamamışsın.” Ne diyeceğini şaşırdı. “Bana aklına geleni sor Hasan.” Bir sürü soru yöneltti. Hiç birisi Deniz’in sorusuna yaklaşamadı bile. O soruya cevap vermezdim zaten, yine cevabı yok derdim, yahut terslerdim. Yapar mıydım gerçekten? Emin değilim aslında. Nasıl başladınız yazmaya? Onlarca kez soruldu bana. Belki her seferinde farklı bir cevabım oldu. Bazen bunu bile cevap olarak kullandım. “Nasıl başladığımı bilmiyorum, bu soruya o yüzden o kadar farklı cevaplar verdim ki…” kaçında doğruyu söyledim? Bir arka mahalleydi. Dar sokaklar, parke taşlı yollar. Bir kız gördüm Deniz. Neden yaptın? O kadar gençtin ki, önünde nasıl bir yol olduğunu nereden bildin? Her şeye rağmen yanlıştı seçimin mi demeliyim. Bu cümleyi kurarak hayatıma değer atfetmiş mi olacağım? Yetecek mi? Küçük elleri vardı, uzun bir boynu vardı. Beni kendisine âşık edecek bunlar gibi nice özellikleri vardı. Ben zaten gördüğümle kalmadım onu o arka mahallenin dar sokaklarından birindeki izbe evde. Âşık da oldum, haddimeymiş gibi. Gençtim, senin kadar belki, toydum. Hiçbir şey bilmiyordum, dünyadan haberim yoktu. Her şey benim kalbimin ve hislerimin etrafında döner sanıyordum. Dönmedi. Beni sevmedi. Ne acı bir kelime. Bu yaşta bile dillendirince ölesi geliyor insanın. Kusacak gibi oluyorum. Beni sevmedi. Beni sevmedi. Ben onu anlattım, içimi anlattım, beni görsün, sevsin diye. Beni zengin kıldılar onu anlattığım kelimeler sebebiyle. Sevmedim zenginliği. Daha çok kelime, daha çok acı, daha çok umut. Umut ettikçe derinleşen acı. Ne kadar uğraştım, çabaladım, didindim, hayat bana çabaların karşılığı olarak hep istemediklerimi verdi. Sonra kaçtım. Gömdüm aşkı ve kaçtım. Sonuna kadar kaçabilirim sandım. Bir kez kaçarsam ortadan kaybolurum, beni asla yakalayamazlar sandım. Ama olmadı. Nalân hanım bana; “Burada, yanımda değilsin,” dedi çünkü. Ona hiç kötü söz etmememin nedeni kaçıyor olmamdı çünkü. Hala o küçük evdeki o küçük elleri olan kızı sevdiğimi anlamasınlar diye her doğum gününü, her yıldönümümüzü hatırlamam ve onu hediyelere boğmamdı çünkü. Hayatım bir yenilginin sürecinden ibaretti çünkü. Nasıl anladın? Benim kendimden bile sakladığım her şeyi beni tanımadan nasıl aldın kelimelerin arasından? Ben o kadar iyi bir yazar mıydım? Yoksa o kadar iyi bir yazar olan sen miydin? Peki neden yaptın, umudun vardı da acısına mı dayanamadın kalbinde ne varsa. Yoksa umudun yoktu da sadece bir zar mı attın? Yalnızlık… Ölüm… Aralarında hiç fark yoksa… Ve birisi diğerinden daha çok acı veriyorsa… Son sorusunu yöneltti Hasan. “Şimdiki planınız ne?” “Ölmek, “ dedim. “Anlayamadım.” Ben de anlayamadım. Ama anlamaya yetecek kadar uzun bir hayatımızın da olduğunu sanmıyorum. “Basit,” dedim. “Artık yazmıyorum. Küçük bir evim var ve oldukça yaşlıyım. Huzur içinde ölmeyi planlıyorum. Yapacak başka bir işim yok.” Güldü uzun uzun. “İntihar edeceksiniz sandım hocam,” dedi, kayıt cihazını kapatarak. Ben de güldüm. Bu yaşta mı? Artık çok geç. Cihazı tekrar açtı. “Her şey için çok teşekkür ediyoruz efendim. Son bir şey söylemek ister misiniz?” Duraksadım bir süre ve baktım yüzüne, genç adamın. “Aşk,” dedim. “Parke taşlı bir yola bakan küçük ve izbe bir evde duyduğumuz keskin bir rutubet kokusundan ibarettir belki. Ne dersin genç adam?” Kimsenin bir şey anlamayacağından emin olduğumuz için konuşuruz bazen. Nasıl olsa bitmiştir hikaye, ömür, adı her neyse…