Русские видео

Сейчас в тренде

Иностранные видео


Скачать с ютуб (106) 29.Mektup 2.Kısım/4 | Orucun insana maddî ve ma‘nevî bir perhiz olarak faydası. в хорошем качестве

(106) 29.Mektup 2.Kısım/4 | Orucun insana maddî ve ma‘nevî bir perhiz olarak faydası. 2 года назад


Если кнопки скачивания не загрузились НАЖМИТЕ ЗДЕСЬ или обновите страницу
Если возникают проблемы со скачиванием, пожалуйста напишите в поддержку по адресу внизу страницы.
Спасибо за использование сервиса savevideohd.ru



(106) 29.Mektup 2.Kısım/4 | Orucun insana maddî ve ma‘nevî bir perhiz olarak faydası.

106 29. Mektub 2. Risâle olan 2. Kısım 8-9. Nükteler. Sayfa 287, 288 (Hayrat Neşriyat Osmanlıca Orijinal Nüsha) İnsana en mühim bir ilaç nev‘inden maddî ve ma‘nevî bir perhizdir. MEKTUBAT DERSLERİ Av. Ali KURT    • MEKTUBAT DERSLERİ Av. Ali KURT   Sekizinci Nükte: Ramazân-ı Şerîf, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsana en mühim bir ilaç nev‘inden maddî ve ma‘nevî bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfemâyeşâ hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdetâ ma‘nevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itâat etmek, o nefse güç gelir. Serkeşâne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez. O insana biner. Ramazân-ı Şerîf’de oruc vâsıtasıyla bir nevi‘ perhize alışır. Riyâzete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Bîçâre zayıf mideye de hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmak ile hastalıkları celb etmez. Ve emir vâsıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şerîattan gelen emri dinlemeye kābiliyet peydâ eder. Hayat-ı ma‘neviyeyi bozmamaya çalışır. Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok def‘a mübtelâ olur. Sabır ve tahammül için bir idmân veren açlık ve riyâzete muhtaçtır. Ramazân-ı Şerîf’deki oruc on beş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyâzettir ve bir idmândır. Demek beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün ilacı orucdur. Hem o mide fabrikasının çok hademeleri var. Hem onunla alâkadâr çok cihâzât-ı insaniye var. Nefis eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında ta‘tîl-i eşgāl etmezse, o fabrikanın hademelerinin ve o cihâzâtın hususî ibâdetlerini onlara unutturur. Kendiyle meşgul eder. Tahakkümü altında bırakır. O sâir cihâzât-ı insaniyeyi de, o ma‘nevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini dâimâ celb eder. Ulvî vazîfelerini muvakkaten unutturur. Ondandır ki, eskiden beri çok ehl-i velâyet, tekemmül için riyâzete, az yemek ve içmeye kendilerini alıştırmışlar. Fakat Ramazân-ı Şerîf orucuyla, o fabrikanın hademeleri anlarlar ki, sırf o fabrika için yaratılmamışlar. SAYFA 288 Ve sâir cihâzât, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Rama­zân-ı Şerîf’de melekî ve rûhânî eğlencelerde telezzüz ederler. Nazarlarını onlara dikerler. Onun içindir ki, Ramazân-ı Şerîf’de mü’minler derecâtına göre ayrı ayrı nûrlara, feyizlere, ma‘nevî sürûrlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letâifin o mübârek ayda oruc vâsıtasıyla çok terakkıyât ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar ma‘sûmâne gülüyorlar. Dokuzuncu Nükte: Ramazân-ı Şerîf’in orucu doğrudan doğruya nefsin mevhûm rubûbiyetini kırmak ve aczini göstermekle, ubûdiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, Rabbisini tanımak istemiyor, firavunâne kendi rubûbiyet istiyor. Ne kadar azablar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte Ramazân-ı Şerîf’deki oruc, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cebhesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir. Abd olduğunu bildirir. Hadîsin rivâyetlerinde vardır ki: Cenâb-ı Hakk nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: “Ben benim, sen sensin.” Azab vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş:اَنَا اَنَا، اَنْتَ اَنْتَ Hangi nevi‘ azabı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: مَنْ اَنَا وَمَٓا اَنْتَ؟ Nefis demiş: اَنْتَ رَبِّي الرَّح۪يمُ وَاَنَا عَبْدُكَ الْعَاجِزُ Yani “Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.” اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰي سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاةً تَكُونُ لَكَ رِضَٓاءً وَ لِحَقِّه۪ٓ اَدَٓاءً بِعَدَدِ ثَوَابِ حُرُوفِ الْقُرْاٰنِ ف۪ي شَهْرِ رَمَضَانَ وَ عَلٰٓي اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْسُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ وَسَلَامٌ عَلَي الْمُرْسَل۪ينَ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ اٰم۪ينَ İ‘tizâr: Şu ikinci kısım, kırk dakikada sür‘atle yazıl­masın­dan, ben ve müsvedde yazan kâtib, ikimiz de hasta olduğumuzdan, elbette içinde müşevveşiyet ve kusur bulunacak­tır. Nazar-ı müsâmaha ile bakmalarını ihvânlarımızdan bekleriz. Münâsib gördüklerini tashîh edebilirler.

Comments